Olimposun Kanı Ön okuma

20.06.2014 23:58

Olimpos'un Kanı

 

                                                 Bölüm 1

 

                                                  JASON

 

Jason yaşlı olmaktan nefret etmişti.

 

Eklemleri acıyordu. Bacakları titriyordu. Tepeyi tırmanmaya çalışırken, ciğerlerinden sanki bir kutu taşla doluymuşlar gibi hırıltılar geliyordu.

 

Tanrılara şükürler olsun ki yüzünü göremiyordu, ama elleri eğri büğrüydü ve kemikleri belli oluyordu. Ellerinin tersini şişkin mavi damarlar kaplamıştı.

 

Hatta o yaşlı adam kokusu bile üzerine sinmişti; naftalin ve tavuk çorbası kokusu. Nasıl mümkün olabiliyordu bu? 16 yaşından 75'ine saniyeler içinde geçivermişti, ama yaşlı adam kokusu 'bummm' dercesine anında üstüne sinmişti. Tebrikler! Berbat kokuyorsun!

 

"Neredeyse vardık." Piper ona gülümsedi. "Harika gidiyorsun."

 

Demesi kolaydı tabi. Piper ve Annabeth güzel birer Yunan hizmetçi kızı kılığına bürünmüşlerdi. Hatta kolsuz elbiseleri ve örgülü sandaletlerinin içinde bile taşlı yolu rahatlıkla kat edebiliyorlardı.

 

Piper'ın maun rengi saçları örülmüş ve topuz yapılmıştı. Gümüş bilezikleri kollarını süslüyordu. Annesi Afrodit'in eski bir heykelini anımsatıyordu, ki bu birazcık Jason'ı korkutuyordu. 

 

Güzel bir kızla çıkmak insanı yeterince gergin hale getiriyordu zaten. Hele annesi aşkın tanrıçası olan birisinin kızı ile çıkmak... eeh, Jason her zaman romantik olmayan bir şey yapacağını, sonra da Piper'ın annesinin Olimpos Dağı'ndan kaşlarını çatıp onu yabani bir domuza dönüştüreceğinden korkmuştu.

 

Jason tepeye baktı. Zirve hala 90 metre kadar yukarıdaydı.

 

"Gelmiş geçmiş en kötü fikir bu."

 

Bir sedir ağacına yaslandı ve alnını sildi. "Hazel'in büyüsü fazla iyi. Eğer savaşmak zorunda kalırsam, hiçbir şey yapamayacağım."

 

"İşler o raddeye gelmeyecek," diye söz verdi Annabeth. Hizmetçi kız elbisesinin içinde hiç de rahat görünmüyordu. Elbisenin kaymasını önlemek için ikide bir kambur durmak zorunda kalıyordu. Topuz yapılmış olan sarı saçları arkadan açılmıştı ve uzun örümcek ayakları gibi sallanıyordu. Örümceklere karşı olan nefretini bildiğinden, Jason bundan bahsetmemeyi tercih etti.

 

"Saraya gizlice sızacağız," dedi Annabeth. "İhtiyacımız olan bilgiyi alıp, oradan kaçacağız."

 

Piper amforasını, içinde kılıcını sakladığı seramik şarap kavanozu, yere koydu. "Biraz dinlenebiliriz. Soluklan, Jason."

 

Belinde Cornucopia'sı asılıydı, büyülü bereket boynuzu. Elbisesinin kıvrımlarından birisine hançeri Katoptris'i sıkıştırmıştı. Piper tehlikeli görünmüyordu, ama ihtiyaç anında, ilahi bronzdan yapılmış silahlarını iki elle birden kullanabilir veya düşmanlarının yüzüne çürümüş mango fırlatabilirdi.

 

Annabeth kendi amforasını omzundan attı. Onun da gizlenmiş bir kılıcı vardı, ama onsuz bile, ölümcül görünüyordu. Fırtına grisi gözleri etrafı tarıyor, herhangi bir tehlikeyi arıyordu. Eğer birisi Annabeth'e bir içki ısmarlamaya kalksaydı, Jason adamın 'çatalına' bir tekme yiyeceğinden emindi.

 

Düzenli bir şekilde nefes almaya çalıştı.

 

Aşağıda, Afales Koyu parıldadı, su o kadar maviydi ki gıda boyası ile boyanmış olabilirdi. Kıyıdan birkaç yüz metre ötede, Argo II demir atmış bekliyordu. Beyaz yelkenleri bir puldan daha büyük gözükmüyordu, doksan tane küreği ise kürdana benziyordu. Jason arkadaşlarını güvertede emirlerini uygularken hayal etti; Leo'nun küçük dürbünününden bakabilmek için nöbetleşiyorlar, Büyükbaba Jason'ı tepeyi topallayarak çıkarken görünce gülmemek için kendilerini zor tutuyorlardı.

 

"Aptal İthaka." diye mırıldandı.

 

Sözümona ada oldukça güzeldi. Ormanlık tepelerin sırtı adanın merkezine doğru kıvrılıyordu. Kireç gibi bembeyaz yamaçlar denize doğru çekiliyordu. Korlar taşlı sahillere dönüşüyor, kırmızı damlı evlerin ve beyaz ile sıvanmış kiliselerin olduğu liman kıyıya yaslanıyordu. Tepeler gelincikler, çiğdemler ve vahşi kiraz ağaçları ile bezeliydi. Hava çiçek açmış mersin ağacı kokuyordu. Hepsi güzeldi, tabi hava 40 derece olmasaydı. Etraf Roma hamamları gibi buharlıydı.

 

Jason için havayı kontrol edip tepeye uçması bebek oyuncağı olmalıydı, ama olur mu hiç? Gizlilik uğruna, berbat durumda dizleri olan ve tavuk çorbası kokan yaşlı bir adam kılığına katlanmalıydı.

 

Bir yere en son tırmandığı zamanı anımsadı, iki hafta önceydi, Hazel ile birlikte haydut Sciron'un uçurumu olan Croatia'ya tırmanmışlardı. En azından Jason'ın o zaman gücü yerindeydi. Ama şimdi yüzleşecekleri bir hayduttan çok daha kötüydü.

 

"Burasının doğru yer olduğundan emin misin?" diye sordu. "Oldukça, bilemiyorum, sessizgörünüyor."

 

Piper dağ yolu boyunca ilerlemeye başladı. Saçlarına dün gece yaşanan saldırıdan hatıra, parlak, mavi bir harpi tüyü takılıydı. Tüy büründüğü kılığa pek gitmiyordu, ama Piper bunu görev başındayken bütün bir iblis tavuk kadın sürüsünü tek başına alt ederek hak etmişti. Başarısını küçümsemişti, ama Jason Piper'ın bundan memnun olduğunu anlayabiliyordu. Tüy Melez Kampı'na ilk ulaştıkları zaman olan önceki kıştan bir hatıraydı, onun eskisi gibi olmadığının bir hatırlatıcısı. 

 

"Harabeler bu tarafta," diyerek vaat etti. "Onları Katoptris'in yansımasında gördüm. Sen de Hazel'in ne dediğini duydun. 'Hissettiğim gelmiş geçmiş en büy-'"

 

"Hissettiğim gelmiş geçmiş en büyük şeytani ruhlar toplantısı," şeklinde tamamladı Jason. "Evet, süper görünüyor."

 

Hades'in tapınağında olan savaştan sonra, Jason'ın son istediği şey daha fazla şeytani ruhlarla savaşmaktı. Ama görevin kaderi tehlikedeydi. 2. Argo'nun tayfasının vermesi gereken büyük bir kararı vardı. Eğer yanlış olanı seçerlerse başarısız olacak, ve tüm dünya yok olacaktı.

 

Piper'ın hançeri, Hazel'ın büyülü hisleri ve Annabeth'in içgüdüleri ortak bir karara vardılar, cevap İthaka'da, Odysseus'un eski sarayında, Gaia'nın emirlerini uygulamak için hazır bekleyen şeytani ruhlar sürüsünde yatıyordu. Yapılması gereken, aralarına gizlice sıvışıp ne planladıklarını öğrenmek, ve gidişatı en iyi şekilde değerlendirmekti. Ardından oradan da tercihe bağlı olarak, hayatta kalmış bir şekilde kaçmaktı. 

 

Annabeth altın kemerini düzeltti. "Umarım büründüğümüz kılıklar işe yarar. Talipler hayattayken oldukça huysuz müşterilerdi. Eğer bizim melez olduğumuzu anlarlarsa-"

 

"Hazel'ın büyüsü işe yarayacak," dedi Piper.

 

Jason buna inanmaya çalıştı.

 

Talipler: Yaşamış en açgözlü, şeytani yüz kadar katil. Odysseus, İthaka'nın Yunan kralı, Truva Savaşı'ndan sonra kaybolunca, bu prenslerden oluşan Blist çetesi sarayını işgal etti ve oradan çıkmayı reddetti, içlerinden her biri Kraliçe Penelope ile evlenip krallığı devralmayı umut ediyordu. Odysseus gizli bir şekilde geri dönmeyi başardı ve hepsini katletti, işte basit bir mutlu eve dönüş tablosu. Fakat Piper'ın görüleri doğruysa, katiller geri dönmüştü, öldükleri yerin peşindeydiler.

 

Jason gelmiş geçmiş en ünlü kahramanlardan biri olan Odysseus'un asıl sarayına gittiğine inanamıyordu. Ve işte yine, bu göreve birbirini takip eden akıl almaz olaylardan biri daha ekleniyordu. Annabeth'in kendisi daha yeni Tartarus'un sonsuz derinliklerinden kurtulmuştu. Bu göz önüne alındığında, Jason belki de yaşlı bir adam olmaktan yakınmaması gerektiğine karar verdi. 

 

"Eh..." Jason titremesini baston ile zapt etmeye çalıştı. "Eğer hissettiğim kadar yaşlı görünüyorsam, kılığım müthiş olmalı. Hadi yola devam edelim."

 

Tırmandıkça, boynundan terler aktı. Baldırları sızladı. Bu sıcağa rağmen, titremeye başladı. Ve ne kadar uğraşırsa uğraşsın, son zamanlarda gördüğü rüyaları düşünmeden edemedi.

 

Hades'in Evi'nden sonra rüyaları daha bir gerçekçi olmuştu.

 

Bazen Jason Epirus'un yeraltı tapınağında duruyordu, gigant Clytius ona yaklaşarak ruhani seslerin korosu gibi sesi ile konuşmaya başlıyordu: "Beni yenebilmek için hepiniz uğraştınız. Toprak Ana uyanınca ne yapacaksınız?"

 

Bazı zamanlar da Jason kendisini Melez Kampı Tepesi'nin zirvesinde buluyordu. Toprak Ana Gaia, çamur, yapraklar ve taşlarla dolu bir girdap şeklinde topraktan yükseliyordu.

 

"Yazık sana."  Sesi etrafta yankı yapıyor, Jason'ın ayaklarının altındaki taş tabakayı sarsıyordu."Baban tanrıların ilki, ama sen ise sürekli ikinci geliyorsun; Romalı topluluğunun arasında, Yunanlı arkadaşların arasında ve hatta ailen arasında. Kendini nasıl kanıtlayacaksın?"

 

En kötü rüyası ise Sonoma Kurt Evi'ndekiydi. Önünde erimiş gümüş renginin parıltısıyla ışıldayan tanrıça Juno duruyordu.

 

"Senin hayatın bana ait," sesi gürledi. "Zeus'tan bir barış hediyesi." Jason bakmaması gerektiğini biliyordu, ama Juno süpernova hali olan asıl tanrıça formuna dönüşürken gözlerini kapatamadı. Acı Jason'ın beynini dağladı. Bedeni tıpkı bir soğanmış gibi tabakalar halinde ayrıldı.

 

Ardından sahne değişti. Jason hala Kurt Evi'ndeydi, ama şimdi küçücük bir çocuktu, iki yaşında var ya da yoktu. Bir kadın onun önüne çömeldi, limon kokusu hiç de yabancı gelmiyordu. Yüz hatları nemli ve bulanıktı, ama sesini tanıyabilmişti: berrak ve nazik, tıpkı hızla akan bir dere üzerindeki ipince bir buz tabakası gibi.

 

"Senin için geri döneceğim, benim gözbebeğim." dedi. "Seni yakında göreceğim."

 

Jason ne zaman bu kabustan uyansa, yüzü terden sırılsıklam oluyordu. Gözleri ağlamaktan sızlıyordu.

 

Nico di Angelo onları uyarmıştı: Hades'in Evi en kötü anılarını uyandıracak, onları geçmişten bazı şeyleri duymaya ve görmeye itecekti. Hayaletleri huzursuz olacaktı.

 

Jason özellikle o hayaletin ondan uzak duracağını umut etmişti, ama her gece rüyası daha da kötüye gitmişti. Şimdi de hayaletler ordusunun toplandığı sarayın kalıntılarına doğru tırmanıyordu.

 

"Bu illa da o kadının orada olacağını göstermez," dedi Jason kendine.

 

Ama elleri bir türlü titremeyi bırakmıyordu. Her adım bir öncekinden daha zorluydu.

 

"Neredeyse vardık," dedi Annabeth. "Hadi-"

 

BUMM! Yamaç gürledi. Tepenin üstünde bir yerlerde, bir kalabalık tıpkı amfiteatr seyircileri gibi beğeniler içinde kükredi. Ses Jason'ın tüylerini diken diken etti. Kısa bir süre önce, Roma Koleyzum'unda hayaletlerin tezahuratları karşısında ölümüne bir savaşa girmişti. Bu deneyimi tekrar yaşamaya hiç de can atmıyordu.

 

"O gürültü de neydi öyle?" diye merak etti.

 

"Bilmiyorum," dedi Piper. "Ama eğleniyorlar gibi görünüyor. Hadi gidip biraz ölü arkadaşlar edinelim." 

 

 

Çeviri sayfamıza aittir.

Kitap 7 Ekim'de Amerika'da çıkıyor, çok kısa bir süre, belki aynı günde Türkiye'de!